EŞİN YASAL MİRASÇILIĞI
Günümüzde yürürlükte olan 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 499. maddesi ile eşin yasal mirasçılığına dair düzenlemeye yer verilmiştir. Madde uyarınca sağ kalan eş yasal mirasçılar arasında kabul edilmişse de zümre mirasçıları arasında sayılmamıştır. Bunun sonucu olarak da halefiyet ilkesi eş bakımından geçerli olmayacağından sağ kalan eşin herhangi bir neden ile mirasçı olamaması halinde, yerine halefiyet yoluyla altsoyun geçmesi de mümkün olmayacaktır.[1]
Bununla birlikte 743 sayılı Medeni Kanun’a sağ kalan eşin mirasçılığı yönünden 3678 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemeler, üçüncü zümre mirasçılarının kapsamı ve zümre içi halefiyete ilişkin yenilikler dışında genel olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile de kabul edilmiştir.
TMK md. 580/1 uyarınca mirasçı olabilmek için mirasbırakanın ölümü anında mirasa ehil olarak sağ olmak şarttır. Kanunun bu açık düzenlemesi karşısında sağ kalan eşin de mirasçılık sıfatını kazanabilmesi için olması gereken ilk koşul eşin mirasbırakanın ölümü anında sağ olmasıdır.
Mirasın açıldığı anda sağ olan mirasçının sonradan ölmesi hali ise aynı maddenin ikinci fıkrası ile düzenlenmiş olup sonradan ölen mirasçının miras hakkı kendi mirasçılarına kalmaktadır. Keza Yargıtay 2. Hukuk Dairesi de 13.12.2007 tarih ve 2007/210 E. – 2007/17495 K. sayılı kararında “Mirasbırakan Yusuf 16.07.1975 tarihinde vefat etmiştir. İkinci eşi Cennet ise 04.04.2006 tarihinde ölmüştür. Cennet mirasbırakan Yusuf’ un mirasçısıdır. Cennet’ in miras hakkı dikkate alınıp payının mirasçılarına intikal edeceği hususu düşünülmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.” ifadelerine yer vermiştir.[2]
Sağ kalan eşin yasal mirasçı sıfatını kazanması için gerekli bir diğer koşul mirasbırakanın ölüm anında taraflar arasında kurulmuş bir evlilik ilişkisi ve bu evliliğin devam etmesidir. Bu şart gereği nişanlı, evlilik birliği kurulmaksızın bir arada yaşayan partnerler mirasbırakanın yasal mirasçısı sayılmamaktadır. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi, 10.12.2013 tarih ve 2013/13380 E. – 2013/18670 K. sayılı kararında yok hükmündeki evlenme halinde evlilik hiç olmadığı için evliliğin doğurduğu sonuçların meydana gelmeyeceğini ve yok hükmündeki bir evlenme sebebiyle tarafların birbirlerine yasal mirasçılığının da söz konusu olamayacağını açıkça belirtmiştir.[3]
Söz konusu koşulda evlilik birliğinin kurulmuş olması yeterli görülmeyerek mirasbırakanın ölümü anında bu evliliğin devam ediyor olması da aranmıştır. Dolayısıyla bu şart ile birlikte taraflar arasında verilen bir ayrılık kararı, boşanma kararı bulunması veya boşanma davasının devam ediyor olması, evliliğin iptali gibi durumlarda sağ kalan eşin mirasçılığının ne olacağı soruları gündeme gelmekte olup bu durumların ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.
Öncelikle taraflar arasında verilmiş bir ayrılık kararının varlığı, evlilik birliğini sona erdiren bir sebep olmamakla ayrılık kararına rağmen evlilik devam etmekte ve mirasbırakanın ölümünden önce verilmiş bir ayrılık kararı olsa dahi bu durum sağ kalan eş açısından ne yasal mirasçılığa ne de engel teşkil etmemektedir. Buna karşılık boşanma evliliği sona erdiren hallerden olup boşanma kararının kesinleşmesi ile birlikte taraflar birbirlerinin yasal mirasçısı sıfatını kazanamayacaktır. Bu durum ayrıca TMK md. 181/I’de “Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça, kaybederler.” hükmüne yer verilerek ortaya konmuştur. Madde metni incelendiğinde boşanmanın yasal mirasçılık sıfatını engellemekle birlikte evlilik birliği içerisinde birbirleri lehine yapılan ölüme bağlı tasarrufların da geçerliliğini yitirmesine sebebiyet vermektedir. Fakat hükümden de anlaşılacağı üzere ölüme bağlı tasarrufun boşanma gerçekleşmesi halinde dahi geçerli olacağı eşler tarafından kararlaştırılmış ise lehine tasarrufta bulunulmuş eş bunun ifasını isteme hakkına sahiptir.[4]
Boşanma davası devam ederken eşlerden birisinin ölmesi durumunda ise TMK md. 181’e sonradan eklenen ikinci fıkra uyarınca ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve sağ kalan eşin kusurunun ispatlanması halinde de ilk fıkrada olduğu gibi sağ kalan eşin yasal mirasçılık sıfatını kaybedeceği kabul edilmiştir. Bu suretle sadece boşanma davasının açılmış olmasının sağ kalan eşin yasal mirasçılığını etkilemeyeceği, sağ kalan eşin yasal miras hakkının engellenmesinin mirasçılardan birinin davaya devam ederek sağ kalan eşin kusurunun ispatlanması ile mümkün olacağı anlaşılmaktadır.
Sağ kalan eşin kusurunun ispatı ile anlaşılması gereken husus sağ kalan eşin boşanma davasında diğer eşe göre daha kusurlu taraf olmasıdır. Zira Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 29.03.2013 tarih ve 2012/7536 E. – 2013/8715 K. sayılı kararında “Davacı kocanın, eşi aleyhine açtığı boşanma davasından yaklaşık 1 ay sonra vefat ettiği, davacı mirasçılarının davalı kadının kusurlarının tespitine karar verilmesi yönünden yargılamayı devam ettirdikleri, …….. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davacı kocanın, davalı eşine hitaben “evimden çek git” demesi üzerine, davalının da eşine “sen bir torba kemiksin, senin paranı yemeye geldim” şeklindeki sözlerinin, tepki sınırını aştığı, yine davalı kadının, astım hastası olan kocasının yanında devamlı sigara içmek suretiyle, kocasının sağlığına gerekli özeni göstermediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu olaylar karşısında, evlilik birliğinin sarsılmasında her iki taraf da kusurlu olmakla birlikte, kocasına göre, davalı kadının daha fazla kusurlu olduğunun tespitine” ifadelerine yer verilerek kusur araştırmasında sağ kalan eşin kusurunun daha fazla olduğu yönünde hüküm kurulmuştur.[5]
Yabancı mahkeme tarafından verilmiş boşanma kararının ülkemizde tanınmış olması koşulu ile yine TMK md. 181 hükmü gereği taraflar birbirlerinin yasal mirasçısı olamayacaktır.[6] Tanıma, 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk Ve Usul Hukuku Hakkında Kanun’un 58. maddesi ile düzenlenmiş olup yabancı mahkeme ilamının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi için yabancı ilamın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespiti gerekmektedir. Yine MÖHUK md. 52’de kararın tenfiz edilmesinde hukukî yararı bulunan herkesin tenfiz isteminde bulunabileceği belirtilmiştir. Bu nedenle yabancı mahkemece verilen boşanma kararının tanınması talep edilmeden eşlerden birisi ölürse mirasbırakanın mirasçıları da tanıma talebinde bulunabileceklerdir. MÖHUK md. 59 uyarınca yabancı mahkemece verilen boşanma kararının kesin hüküm veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade edeceğinden tanıma kararı üzerine, eşler yabancı mahkemenin boşanma kararının kesinleştiği andan itibaren boşanmış sayılacak ve dolayısıyla birbirlerine mirasçılıkları söz konusu olmayacaktır. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 03.04.2012 tarih ve 2012/4025 E. – 2012/8133 K. sayılı kararında da “Davacı açmış olduğu dava ile yabancı mahkemeden alınan boşanma kararının tanınmasını talep etmiş, davacı asilin ölümü üzerine mahkemece dava konusuz kaldığından esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş …… yabancı ilamın tenfizini ve tanınmasını isteyen davacının dava sırasında ölümü halinde, ölenin yasal mirasçılarının davaya devam etmesinde ve tenfiz veya tanıma kararı almasında miras hukuku açısından hukuki yararı vardır (5718 s.MÖHUK.m.52). Öyleyse işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekir.” denilmekle bu durum ortaya konmuştur.[7]
Evliliğin butlanı halinde sağ kalan eşin yasal mirasçılığına ilişkin düzenlemeye TMK md. 159 ile yer verilmiştir. Kanunda yer alan bu düzenlemeye göre evlenmenin butlanını dava etme hakkı mirasçılara geçmemekle beraber mirasçılar, açılmış olan davayı sürdürebilmektedirler. Sağ kalan eşin yargılama sonucunda iyiniyetli olmadığının anlaşılması ile sağ kalan eş mirasbırakanın yasal mirasçısı olamayacak ve hatta daha önceden yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları da kaybedecektir. Madde metni incelendiğinde evlilik hakkında sadece butlan sebebinin varlığının sağ kalan eşin yasal mirasçılığını etkilemediği anlaşılmaktadır. TMK md. 156 ile batıl bir evliliğin ancak hâkimin kararıyla sona ereceği, mutlak butlan hâlinde dahi evlenmenin hakim kararına kadar geçerli bir evliliğin bütün sonuçlarını doğuracağı açıkça ifade edilmiştir. Bu nedenledir ki evliliğin butlanı kararının kesinleşmesinden önce eşlerden birinin ölümü halinde sağ kalan eşin yasal mirasçılığı gündeme gelecektir.
Bununla birlikte TMK md. 147/1 hükmü gereği sona ermiş bir evliliğin mutlak butlanının karar altına alınmasını her ilgili talep edebilmektedir. Dolayısıyla mirasbırakanın ölmesinden sonra da mirasçılar ilgili sıfatını haiz olacağından mutlak butlan davası açabilirler. Yine açılan nisbi butlan davasına da mirasçıların devam etmesi mümkündür. Butlan kararının, mirasbırakanın ölümünden sonra açılan mutlak butlan davası ile veya eşler tarafından açılan nisbi butlan davası devam ederken eşlerden birinin ölümü nedeniyle mirasçıların davaya devam etmesi sonucunda sağ kalan eşin iyiniyetli olmadığı yani evliliğin batıl olduğunu bildiğinin veya bilmesi gerektiğinin sabit olması halinde sağ kalan eş yasal mirasçılık sıfatını kaybedecektir.[8] Eğer ki mirasbırakanın ölüm tarihinden sonra mutlak butlan davası açılmaz veya açılan nisbi butlan davasına mirasbırakanın mirasçıları tarafından devam edilmezse bu durumda geçerli bir evliliğin ölüm ile sona ermiş olacağı kabulü ile sağ kalan eş mirasbırakanın yasal mirasçısı olabilecektir.
Yargılamanın sonucunda verilen butlan kararının sağ kalan eşin mirasçılığını etkilemesi noktasında nisbi veya mutlak butlan davası olmasının sonuç itibariyle bir farklık teşkil etmeyeceği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 02.11.2011 tarih ve 2011/7-695 E. – 2011/673 K. sayılı kararında yer alan “Butlan davasında davacı, mahkemeden dava konusu evlenmenin batıl olduğunu ve bu sebeple ortadan kaldırılması gerektiğini talep eder. Bu açıdan mutlak veya nispi butlan davalarında davacı tarafından talep edilen husus mevcut bir hukuki durumun ortadan kaldırılmasıdır” ibaresi ile desteklenmiştir.[9]
Burada değinilmesi gereken bir diğer husus gaiplik nedeniyle evliliğin feshinin istenmesi halinde sağ kalan eşin yasal mirasçılığının durumudur. Sadece gaiplik kararının alınmış olması evliliğin kendiliğinden sona ermesine neden olmayıp evliliğin feshinin gaibin eşi tarafından ayrıca TMK md. 131 uyarınca talep edilmesi gerekmektedir. Eğer ki evliliğin feshi talebinde bulunulmamış ise gaibin eşinin sağ kalan eş olarak yasal mirasçılığı gündeme gelebilecektir.[10] Ayrıca belirtilmesi gerekir ki gaibin her zaman gelmesi ihtimali nedeniyle terekenin intikali aşamasında mirasçıların güvence göstermeleri de TMK md. 584 hükmü gereği gerekmektedir.
Sağ kalan eşin mirasbırakanın yasal mirasçısı olması için aranan bir başka koşul ise mirasçılık sıfatını haiz olması yani herhangi bir sebeple bu sıfatı kaybetmemiş olmasıdır. Sağ kalan eşin, mirasçılık sıfatını kaybetmesi mirasın reddi, mirastan feragat edilmesi, mirastan çıkarılma ve mirastan yoksun kalma nedenleri ile söz konusu olabilmektedir. Bu durumlardan birinin varlığı halinde sağ kalan eşin mirasbırakanın yasal mirasçısı olması mümkün değildir.
Sağ kalan eşin yasal miras payı TMK md. 499 ile düzenlenmiş olup eşin kadın veya erkek olması ayrımı gözetmeksizin sadece birlikte yer alacağı zümrenin yakınlığına göre farklılık teşkil etmektedir. Bununla birlikte sağ kalan eş, mirasbırakanın hangi zümre mirasçısı ile birlikte mirasçı olursa olsun yasal mirasçı sıfatını kazanacaktır.[11]
İlgili kanun maddesi uyarınca sağ kalan eşin miras payı, mirasbırakanın altsoyu yani birinci zümre ile birlikte mirasçı olması halinde mirasın ¼’ü, ikinci zümreyi oluşturan mirasbırakanın ana ve babası ile birlikte mirasçı olursa mirasın yarısı ve son olarak mirasbırakanın büyük ana ve büyük babaları ve onların çocuklarından oluşan üçüncü zümre ile birlikte mirasçı olması durumunda ise mirasın ¾’üdür. Zümrelerde mirasçı bulunmaması halinde ise mirasın tamamı sağ kalan eşe kalacak olmakla sağ kalan eşin varlığı aynı zamanda Devlet’in mirasçılığını da engellemektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus üçüncü zümrede halefiyet kuralına sınırlama getirilmiş olduğudur. Sağ kalan eş, üçüncü zümrede sadece mirasbırakanın büyük ana ve büyük babası ile onların çocukları ile birlikte mirasçı olmakta yani sağ kalan eşin varlığı altsoyun zümre başına halef olması kuralını zümre başlarının çocukları ile sınırlamaktadır.[12] Yani sağ kalan eşin yasal mirasçılık sıfatını üçüncü zümre ile birlikte paylaşması durumunda üçüncü zümrede yer alan mirasbırakanın kan hısımlarından büyük ana, büyük baba, amca, hala, dayı ve teyze sağ kalan eşi ile birlikte mirasçı olabilmektedir.
Her ne kadar hukukumuzda birden fazla eş ile evlilik mümkün değilse de bazı istisnai hallerde mirasbırakanın birden fazla sağ kalan eşinin olabilir. Bu hallerden ilki günümüzde artık görülmesi pek de mümkün olmayan 1926 yılından önce yapılan evliliklerdir. Bu evlilikler, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra da geçerliliklerini korumuş olduğundan bu tarihten önce birden fazla kadın ile gerçekleştirilen evliliklerde erkek eşin ölmesi ile geride birden fazla sağ kalan eşin varlığı görülmüştür. Bir diğer istisnai hal ise hukukumuzda izin verilmemiş olmakla beraber bir şekilde gerçekleşmiş olan birden fazla evlilik halidir. Bu durumda ikinci evliliğin butlanına karar verilmeden ve ikinci evlilikteki sağ kalan eşin iyi niyetli olması halinde her iki evliliği de geçerli olan eşin ölmesi ile geride mirasçı olarak birden fazla eş kalacaktır. Birden fazla eşin birlikte mirasçı olduğu bu gibi durumlarda, zümre mirasçılarının miras payında bir azalma olmayacak ve sağ kalan eşler, birlikte mirasçı oldukları zümreye göre miras payını aralarında eşit olarak paylaşacaklardır.[13]
Sağ kalan eşin yasal miras payına ilişkin bir diğer özel durum ise zümre mirasçılarının mirasçılık sıfatlarını kaybetmiş olması halidir. Kural olarak bir zümrede mirasçılardan birinin mirasçılık sıfatını kaybetmesi durumunda sağ kalan eşin yasal miras payında bir değişiklik olmayacak, mirastan yoksun kalan zümre mirasçısı ile aynı zümrede bulunan bir başka mirasçı bulunmaması halinde yoksun kalan mirasçı mirasbırakandan önce ölmüş kabul edilerek miras bir sonraki zümreye geçecektir. Fakat zümrede mirasçılık sıfatını kaybeden mirasçı dışında başka mirasçının bulunmaması halinde mirasın bir diğer zümreye geçeceğine ilişkin kuralın istisnasını mirasın tüm altsoy tarafından reddedilmesi durumu oluşturmaktadır.
Mirasın reddi ile mirası reddeden mirasbırakandan önce ölmüş kabul edilerek mirasın intikali gerçekleştirilir. Mirası reddeden mirasçının altsoyu bulunması halinde mirasçının payı, halefiyet ilkesi gereği altsoyuna intikal eder. Şayet mirası reddeden mirasçının altsoyu bulunmuyor ise onun payından zümredeki diğer mirasçılar faydalanacaktır. Sağ kalan eşin altsoy ile birlikte mirasçı olması ve altsoyun tamamının mirası reddetmesi halinde TMK md. 613 uyarınca altsoyun payı, bir sonraki zümreye geçmeyecek ve sağ kalan eşe kalacaktır.
Bununla birlikte mirastan feragat eden mirasçı ile aynı zümrede başka mirasçının bulunmaması halinde TMK md. 529 hükmü gereği feragatin başka kişi veya kişiler belirlenmeksizin diğer mirasçılar lehine yapılması halinde ortak kökün altsoyu lehine yapılmış olduğu kabul edilir. Böylece aynı zümrede feragat edenden başka mirasçı bulunmaması durumunda feragat hükümsüz hale gelerek feragat eden tekrardan mirasçılık sıfatı kazanır. Bu durumun sonucu olarak miras bir sonraki zümreye geçmeyecek ve dolayısıyla sağ kalan eşin yasal miras payında da bir değişiklik meydana gelmeyecektir.[14]
Eşler arasında geçerli olan mal rejiminin sağ kalan eşin ne yasal mirasçılık sıfatına ne de miras payına doğrudan bir etkisi bulunmasa da eşler arasındaki mal rejimi ile sağ kalan eşin yasal miras hakkı birbirine bağlı kavramlardır. Keza mirasbırakanın terekesinin tespiti noktasında öncelikle eşler arasındaki mal rejimi dikkate alınmakta, mal rejimi etkisini terekenin mirasçılar arasında paylaştırılması noktasında göstermektedir.[15]
Evlilik birliği devam ederken eşin ölmesi ile iki farklı tasfiye gündeme gelmektedir. Bu tasfiyelerden ilki eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi olacaktır. Zira terekenin paylaşımı için öncelikle tereke aktifinin belirlenmesi gerekmekte bu nedenle de mal rejiminin tasfiyesi gerçekleştirilerek terekenin gerçek değeri belirlenmelidir.[16] Bir diğer tasfiye ise miras hukuku hükümleri uyarınca gerçekleşecek olan ve yasal miras paylarının belirlenerek mirasın paylaşılmasını sağlayacak olandır. Sağ kalan eş öncelikle mal rejimi tasfiyesi uyarınca kendi payına düşen malvarlığı, hak veya alacaklara hak kazanacak sonrasında ise mirasın paylaşımı ile TMK md. 499 gereği yasal miras payını elde edecektir. Dolayısıyla eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi, mirasın paylaşılmasından önce gerçekleşmesi gereken ve terekenin belirlenmesini sağlayan bir paylaşımdır.
743 sayılı Medeni Kanun’da geçerli olan yasal mal rejimi, eşlerin evlene öncesi sahip oldukları ve evlenmeden sonra elde ettikleri malvarlıkları değerlerinin tamamen kendilerine ait olmasını öngören mal ayrılığı rejimiydi. Günümüzde ise yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi benimsenmiş olup, TMK kapsamında mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı ve mal ortaklığı rejimleri seçimlik mal rejimleri olarak kabul edilmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu uyarınca yasal mal rejimi olarak kabul edilen edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesinde TMK md 228/1 gereği öncelikle eşlerin kişisel malları ile edinilmiş malları mal rejiminin sona ermesi anındaki durumlarına göre ayrılır. Yine TMK md. 235hükmünde düzenlendiği üzere mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar, tasfiye anındaki değerleriyle hesaba katılırken edinilmiş mallara hesapta eklenecek olanların değerleri, malın devredildiği tarih esas alınarak hesaplanacaktır.
TMK md. 242 vd. hükümlerinde düzenlenen seçimlik mal rejimlerinden mal ayrılığı rejiminin esas alınması durumunda sağ kalan eşin kendi malvarlığı değerleri ile mirasbırakanın sahip olduğu malvarlığı değerleri ayrıdır. Bu nedenle sağ kalan eş TMK md. 499’da düzenlenen miras payını elde etmekte, sağ kalan eş ayrıca mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan bir alacak hakkı bulunmamaktadır.
Seçimlik mal rejimlerinden olan paylaşmalı mal ayrılığı rejiminde ise eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını korur. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar ise TMK md. 245/2 hükmü uyarınca eşlerin paylı mülkiyetinde kabul edilir. Bu kapsamda söz konusu mal rejiminin tasfiyesinde eşlere ait olduğu tespit edilen malvarlığı değerleri hesaplama dışı kalacak, bunun yanında TMK 248 gereği paylaşmalı mal ayrılığı rejimi sona erdiğinde, üstün yararı olduğunu ispat eden eş, eşine payının ödeme günündeki karşılığını vermek suretiyle paylı mülkiyetteki malın kendisine verilmesini isteyebilecektir. Yine TMK 249 düzenlemesi ile eşlerden birinin diğer eşe ait olan ve paylaştırmanın dışında kalan bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa bu durumda mal rejiminin sona ermesi hâlinde, katkısı oranında hakkaniyete uygun bir bedel ödenmesini de isteyebilecektir. Eşlerden biri tarafından paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin kurulmasından sonra edinilmiş olmakla ailenin ortak kullanım ve yararlanmasına özgülenmiş mallar ile ailenin ekonomik geleceğini güvence altına almaya yönelik yatırımlar veya bunların yerine geçen değerlerin mal rejiminin sona ermesi hâlinde eşler arasında eşit olarak paylaşılacağı TMK md. 250 ile düzenlenmiştir.
Kanunda yer alan bu düzenlemeler çerçevesinde eşlerden birinin ölümü halinde paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin tasfiyesi yapılacak olup mirasbırakana ait ve paylaşım dışı olan mallar doğrudan terekeye dahil edilecektir.[17] Eşlerin paylaşıma dahil olan mallarının tasfiyesinin gerçekleşmesi ile sağ kalan eşin kendine ait paylaşım dışı malları kendi malvarlığında bulunmaya devam edecek bunun yanında ayrıca paylaşım konusu malların eşit paylaşımı gerçekleşecektir. Mal rejimi tasfiyesinin yapılması ile son olarak tereke üzerinde miras hukuku uyarınca tasfiye gerçekleştirilecek ve sağ kalan eş, mal rejimi tasfiyesi sonrasında belirlenen tereke üzerinde TMK md. 499 gereği yasal miras payına hak kazanacaktır.
Mal ortaklığı rejimi, Kanun’da yer verilen bir diğer seçimlik mal rejimi olup bu rejim, ortaklık malları ile eşlerin kişisel mallarını kapsamaktadır. Mal ortaklığı rejiminin tasfiyesinde TMK md. 271 uyarınca ortaklık mallarıyla kişisel malların kapsamının belirlenmesinde mal ortaklığının sona erdiği tarih, mevcut ortaklık mallarının değerlendirilmesinde ise TMK md. 275 hükmü gereği tasfiye anı esas alınacaktır. Eşlerden birinin ölümü hâlinde mal ortaklığı rejimi sona erecek ve sağ kalan eşe ortaklık mallarının yarısı verilebileceği gibi altsoyun saklı payına zarar vermemek şartıyla kararlaştırılmış başka bir paylaşma oranı varsa bu orana göre paylaşım gerçekleşecektir. Bu şekilde mirasbırakanın payı terekesine dahil edildikten sonra sağ kalan eş yine TMK md. 499 hükmü çerçevesinde yasal miras payına da hak kazanacaktır.
Böylece ölümle sona eren mal rejiminin tasfiyesi ile sağ kalan eş öncelikle seçilen rejim bakımından varsa rejimin tasfiyesi sonucunda alacak hakkına sahip olacaktır. Mal rejimi tasfiyesi sonucu mirasbırakanın tereke değeri hesaplanabilir hale gelecek ve bu tereke üzerinden eş, ayrıca TMK md. 499 gereği yasal miras payını elde edecektir.[18] Dolayısıyla eşler arasındaki mal rejiminin tasfiyesi yapılmaksızın mirasın paylaşımı mümkün değildir. Keza sağ kalan eşin mal rejimi tasfiyesi sonucu alacaklı çıkması gibi borçlu olması da ihtimal dahilindedir.
[1] Serozan – Engin, Miras Hukuku ve Uygulama Çalışmaları, 187, https://ws1.turcademy.com/ww/webviewer.php?doc=71781 (E.T.:02.05.2021).
[2] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 13.12.2007 tarih ve 2007/210 E. – 2007/17495 K. sayılı kararı, https://karararama.yargitay.gov.tr/ (E.T.: 12/05/2021).
[3] Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 10.12.2013 tarih ve 2013/13380 E. – 2013/18670 K. sayılı kararı, https://www.lexpera.com.tr/ (E.T.:08.05.2021).
[4] Dural – Öz, Miras Hukuku, 42.
[5] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 29.03.2013 tarih ve 2012/7536 E. – 2013/8715 K. sayılı kararı, https://www.lexpera.com.tr/ (E.T.:07.05.2021).
[6] Serozan – Engin, Miras Hukuku ve Uygulama Çalışmaları, 189, https://ws1.turcademy.com/ww/webviewer.php?doc=71781 (E.T.:02.05.2021).
[7] Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 03.04.2012 tarih ve 2012/4025 E. – 2012/8133 K. sayılı kararı, https://www.lexpera.com.tr/ (E.T.:12.05.2021).
[8] Dural – Öz, Miras Hukuku, 46.
[9] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 02.11.2011 tarih ve 2011/7-695 E. – 2011/673 K. sayılı kararı, https://www.lexpera.com.tr/ (E.T.:12.05.2021).
[10] Çakır, Sağ Kalan Eşin Mirasçılığı, 113, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ (E.T.: 07/05/2021).
[11] Serozan – Engin, Miras Hukuku ve Uygulama Çalışmaları, 191, https://ws1.turcademy.com/ww/webviewer.php?doc=71781 (E.T.:02.05.2021).
[12] Dural – Öz, Miras Hukuku, 40.
[13] Dural – Öz, Miras Hukuku, 47; Serozan – Engin, Miras Hukuku ve Uygulama Çalışmaları, 194, https://ws1.turcademy.com/ww/webviewer.php?doc=71781 (E.T.:02.05.2021).
[14] Dural – Öz, Miras Hukuku, 204; Çakır, Sağ Kalan Eşin Mirasçılığı, 175, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ (E.T.: 07/05/2021).
[15] Çakır, Sağ Kalan Eşin Mirasçılığı, 128, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ (E.T.: 07/05/2021).
[16] Serozan – Engin, Miras Hukuku ve Uygulama Çalışmaları, 188, https://ws1.turcademy.com/ww/webviewer.php?doc=71781 (E.T.:02.05.2021).
[17] Çakır, Sağ Kalan Eşin Mirasçılığı, 149, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ (E.T.: 07/05/2021).
[18] Günay, Miras El Kitabı, 83, https://ws1.turcademy.com/ww/webviewer.php?doc=71286 (E.T. 03.05.2021).
Av. Özge Cansın Erkuş